Güneşe Yükselen Ruhlar
MÖ.9000 Neolitik Çağ, Göbeklitepe - Urfa
Demrem ile çocuklar Hagor'un cansız bedenini kurtların elinden zor kurtarmışlardı. Hagor'a layık bir uğurlama olmalıydı. Onu güneşe gömmeli, ruhunun gökyüzüne yükselmesini sağlamalıydı. Onu kurtlara bırakamazlardı.
Çocukların da yardımıyla, Hagor'u öküze koşulmuş kızağa yerleştirdi ve tapınağa doğru yola çıktılar. Tapınak uzaklarda belirirken, yırtıcı kuşlar da gökyüzünü doldurmaya başlamıştı. Tapınağın yakınındaki tepenin zirvesine kadar çıktılar. Hagor'u tepedeki devasa kayanın üzerine yatırdılar. Onlar tepeden inip de tapınaktaki "Güneş'e gömme" rituelinin tasvir edildiği kutsal anıttaşa vardıklarında, akbabalar çoktan Hagor'a doğru alçalmaya başlamıştı. Dualarını edip eve doğru yol aldılar.
Karşı tepedeki evlerinden, batıda kalan tapınağı ve Hagor'u bıraktıkları tepeyi görebiliyorlardı. Akbabalar Hagor'un yanından kalkıp da gökyüzüne yükseldikçe gururlanıyordu Demrem. Hagor'un ruhu Güneş'e kavuşuyordu.
MS. 2014 Yakın Çağ, Dörtdivan – Gerede
Su fokur fokur kaynıyor. Fotoğrafçı pek farkında değil. Kamerasının ekranına; gün ışırken çektiği kurt fotoğraflarına dalıp gitmiş...
Çaydanlığın kapağı ikaz vermeye başlıyor – tıngır tıngır. Kahvesini doldurup keyifle aldığı bir kaç yudum eşliğinde, daha önce bakmamışçasına kurt fotoğraflarını tekrar gözden geçiriyor. “Güne şanslı başladık.” diye düşünürken, buraya gelişinin asıl nedeni geliyor aklına – kuşlar. Yan odaya geçip kamuflajın ardından dışarı bakıyor. Gökyüzü dolmuş taşmış: Kartallar, şahinler, kuzgunlar, ve akbabalar...
Kamerasını tripod'a yerleştirip, fotoğrafları “güneşe gömmemek” adına ayarları kontrol ediyor ve bir kaç deneme çekimi yapıyor.
Kızıl Şahinler ve Kuzgunlar kısa sürede alanı dolduruyor. Akbabaların teşrif etmesini istediğinden, çekim yapmadan, ses çıkarmadan bekliyor fotoğrafçı.
Birden önünde kocaman bir gölge beliriyor. O devasa kanatların çıkardığı ses adrenalin seviyesini yükseltiyor. Bir Kara Akbaba, arkadan süzülerek alanın tam ortasına konuyor. “Biraz daha dayanmak lazım”. Bu akbabayı rahat ettirebilirse diğerlerinin de ineceğini düşünerek, sessizce beklemeye devam ediyor.
Nitekim, bir müddet kamuflajın olduğu tarafı süzen akbaba, mekânın güvenli olduğuna karar verip leşlerle ilgilenmeye başladığında, iki arkadaşı daha alana iniyor.
Kurt fotoğraflarından geriye kalan megabaytlar, Kara Akbaba kareleriyle dolmaya başlıyor.
Kızıl Akbaba ile Sakallı Akbaba ortalıkta yok; ama gün uzun ve tüm ruhlar onların da geleceğini söylüyor.
Kara Akbabalar gökyüzüne doğru yükselmeye başlıyor; Hagor'un ruhunun bulunduğu yere... Güneş'e yeni ruhlar taşıyorlar.

Hagor'un zamanından kalma bu kutsal anıt-taştaki akbaba ve yuvarlak cisim tasvirleri ile, ilk fotoğraftaki Kara Akbaba ve taş arasındaki benzerlik; ve Çatalhöyük kalıntıları ile, bilinen en eski tapınak olan Göbeklitepe hakkında okuduklarım, ilk satırlarımdaki masala ilham kaynağı oldu.
Doğa denince aklına mangal yapmak gelen bugünün gelişmiş insanlarınca, “ilkel” olarak nitelendirilen bir dönemde yaşamış olan sanatkâr tarafından 12,000 yıl önce işlenmiş olan bu figürlerde tasvir edilen akababaların, hâla soylarını devam ettirebilmeleri ve onları bu kadar yakından gözlemlemek güzeldi.
Ne var ki, günümüzde "zenginlik ve refah" olarak tanımlanan Anadolu topraklarındaki beton istilasına – değil bir 12,000 yıl daha, oniki yıl bile – dayanmalarının imkansız olduğunu bilmek üzüyor insanı.
Bir zamanlar Güneş'e gömülen ruhlar, bugün Anadolu'nun "betona gömülüşünü" çaresizce izliyor.
Aynı günden diğer yazılar: O bir Efsane! and Kırmızı Başlıklı Fotoğrafçı