Kuyruklu Kartopu

Kuş fotoğrafçılığının ustalarıyla birlikte Kırklareli, İğneada’dayız. Orman yolundan Mert Gölü’ne girişte kamp yapıyoruz. Hava güzel, akşamüzeri keyfi yerinde. Kimimiz kamp alanında dinleniyor, kimimiz Mert Gölü etrafında fotoğraf peşinde koşuyor.

Ben de kampta kalanlardanım. Keyfi biraz fazla kaçırmışım. Hamak kurulmuş, elimde viski bardağı... Gevşemiş bir halde uzanıyorum. Alptekin Kutlu ve Burak Doğansoysal da Mert Gölü’ne karşı sandalyelerine kurulmuş, göl manzarası eşliğinde sohbet ediyorlar. Ara sıra arazideki ekibi arıyorum.
“Nasıl, bir şeyler var mı?”
“Yok abi, Saz Delicesi çekiyoruz.”
Arazide fotoğraflanacak ilginç türlerin olmadığını öğrendikçe daha da rahatlıyorum, içim huzurla doluyor, hamağa iyice yapışıyorum.
Ama bir gariplik var… Işık koşulları bu kadar uzun süre Saz Delicesi çekmek için pek de uygun değil. Yine arıyorum. Her seferinde aynı cevabı alıyorum:
“Yok bir şey, Saz Delicesi ile elimizin pasını atıyoruz.”
Ekip geri döndüğünde, hafıza kartlarının Kır Baykuşu fotoğraflarıyla dolu olduğunu öğreniyoruz. Nadir rastlanan bu türün çok yakın mesafeden çekilmiş karelerini görünce şaşkınlıkla soruyoruz:
“Neden haber vermediniz?”
“Abi, biz size gelin dedik…”
“İyi de, Saz Delicesi çekiyoruz dediniz!”
“Olsun, yine de gelseydiniz…”

Haksız da sayılmazlar; kampta kalıp keyif yapmayı biz seçmiştik ve Kır Baykuşu’na rastlamanın heyecanı içinde bize haber vermeleri zor olabilirdi. Haber verseler bile bizim o alana yaklaşmamız, kuşu tedirgin edip kaçırabilirdi.
İşin ilginç yanı, ekiptekilerin birbirlerine bile haber vermediğini öğreniyoruz. Kır Baykuşu’nu ilk çeken ekibin arkasındaki arabadakiler bile ancak bir süre sonra, güvensizliğin verdiği merakla kuşu fark etmiş ve diğerleri kadar uzun süre fotoğraflayamamışlar.
Niyet neydi? Heyecan mıydı, yoksa paylaşma konusunda bir tedirginlik mi? Karar vermek zor. Kır Baykuşu, “Abi, kamptakileri de çağırın, ben buradayım, gelsinler, onlara da poz veririm!” deseydi bile çağırılır mıydık? Bunu asla bilemeyeceğiz.
Peki, Kır Baykuşu’nun her türlü karesini çekenlerle birkaç kare çekebilenler ve hiç çekemeyenler, birlikte keyifli bir akşam yemeği yiyebilirler mi?
Hem de nasıl! Alptekin Kutlu’nun Isuzu D-Max kamyonetinin arka kasa kapağına kurduğu mutfakta yok yok. Burak Doğansoysal ile birlikte harikalar yaratıyorlar. Nefis kokular yükseliyor; çorba, İzmir köfte...
Derken, İzmir köfte paylaşımında da Kır Baykuşu olayına benzer bir eşitsizlik yaşanıyor. O günün şanslıları, yani Kır Baykuşu’nu yakalayanlar, İzmir köftede de aynı ayrıcalığa sahip oluyorlar.
Artık uyku zamanı… Çadırlara çekilip hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ancak çadırlardan birinden bir kamp malzemesi satıcısına yönelik ağır sözler yükselmeye başlayınca merak edip bakıyoruz.
Sesin sahibi, heybetli bir arkadaşımız. Yarı beline kadar ancak çekebildiği uyku tulumunun içine girmeye çalışırken, bir yandan da ona küçük gelen bu tulumu satan kişiyi hayır (!) dualarıyla anıyor. Kır Baykuşu’nu ilk gören ve en iyi karelerini çeken bu arkadaşımıza kim beddua etti acaba? Adamcağız bu gece donacak gibi görünüyor.
Soğuk bir sabaha uyanıyoruz. Alptekin Kutlu’nun mutfağından yeni bir ziyafet bizi bekliyor: sucuklu yumurta…
Keyifli kahvaltımızın sonlarına doğru kar yağmaya başlıyor. Hem de ne yağış! Dakikalar içinde etraf bembeyaz oluyor. Çadırlarımızın ve çardağımızın üzeri hızla karla kaplanıyor. Özenle yaptığımız çardak, ağırlığa dayanamayıp pert oluyor.
Özellikle geceyi ancak yarısına kadar sığabildiği uyku tulumu içinde geçiren arkadaşımız, bu geceyi burada geçirmekte hiç niyetli değil. Toplanıp gitmekte kararlı, çünkü daha zorlu bir gece olacağı kesin. “Ya arkadaşlar, karda da kamp yapabiliriz, o da zevklidir.” diyenleri ise uyku tulumu satıcısıyla aynı muameleye tabi tutuyor!
Toplanıyoruz... Hatırı sayılır alışveriş ve iddialı hazırlıklarla yola çıkan kamp ekibi, sonunda İğneada’daki beş yıldızlı bir otelde jakuzili odalarına giriş yapıyor.
Geç de olsa artık arazi zamanı.
İğneada Limanı, sürpriz kuş türlerinin ziyaret ettiği önemli bir alan. O günlerde, çok nadir görülen türlerden biri olan Kadife Ördek’in de ziyaretçiler arasında olduğunu biliyoruz. İlk işimiz, onun görüldüğü alanı kontrol etmek oluyor.
Nitekim buluyoruz da, ancak sadece dürbün mesafesinde. Kıyıya hiç yaklaşmaya niyeti yok.
Bir süre sonra ekip umudu kesiyor ve Mert Gölü’ne gitmeye karar veriyor.
Biraz daha bekleyeceğimi söyleyerek liman tarafında kalıyorum. Ama kuş kıyıya yaklaşmaya hiç niyetli değil. Bir saat süren bekleyiş sonunda çekebildiğim kareler, ancak kuş türleri konusunda bilgili kişilerin tanımlayabileceği cinsten oluyor.

Bir süre sonra, ben de pes ediyorum ve Mert Gölü’ne doğru yola çıkıyorum. Liman ile İğneada merkezi arası 5-6 dakika, Mert Gölü ise hemen merkezin arkasında. Ancak gölün etrafındaki yola ulaşmak için orman yolundan dolaşmak gerekiyor, bu da yaklaşık 30 dakikalık bir yol demek.
Merkeze yaklaşıyorum; sol tarafımda kumsal ve deniz, sağ tarafımda ise evler var. Kuş fotoğrafçıları arazideyken sürekli etrafı kolaçan eder. Ancak şu an bulunduğum konum, öyle dikkatlice göz gezdirmemi gerektirmiyor gibi görünüyor. Şansımı zorlayıp merkez civarında bir şeyler aransam bile, kuş bulma ihtimalim kumsal tarafında daha yüksek. Yine de, yerleşim yerinden geçtiğim için burada kuş olmaz diye düşünüp rahatlıyorum. Dire Straits eşliğinde yola odaklanmış halde, Mert Gölü’nde neler kaçırmış olabileceğimi düşünerek ilerliyorum.
Birden, sağ tarafımda evlerin arasındaki boş arazide bir hareketlilik dikkatimi çekiyor.
Gözlerime inanamıyorum!
Sekiz tane şahin, karda tozu dumana katarak birbirine girmiş halde kavga ediyor. Sağ tarafımda kaldıkları için ilerleyip U dönüşü yaparken makinemi fasulye torbasına yerleştiriyorum. Şahinler kavgaya o kadar odaklanmış ki ideal mesafeye yavaşça yaklaşmam sorun olmuyor.
Ortalarında paylaşamadıkları bir kar topu var. Ancak dikkatlice baktığımda, o kartopundan bir kuyruğun sarktığını görüyorum.
Soğuk bir gecenin ardından, kar yağışıyla birlikte artan açlık ve besin bulmanın zorluğu nedeniyle yakalanmış ve paylaşılmayan bir fare, o itiş kakış arasında adeta kartopuna dönüşmüş.
Kaçırdığım Kır Baykuşu’nu, İzmir köfteyi ve bir türlü yaklaşmayan Kadife Ördeği unutturan harika anlar yaşıyorum... Kartopu sürekli el değiştiriyor. Arabadan inip yere yatıp daha iyi bir açı yakalamayı düşünsem de bu oldukça riskli; her şeyi berbat edebilirim. Fotoğrafçılığım boyunca böyle bir sahneyle karşılaşmak ve ideal mesafeden fotoğraflayabilmek şansını bir daha yakalayamayabilirim.
Kartopu yavaş yavaş küçülüyor ve sonunda tamamen yok oluyor. Kuyruk da kıymetli; afiyetle yeniyor. Şahinler, yeni avlar bulma umuduyla farklı yönlere dağılıyor.

Doğruca otele gidiyorum. Ne olur ne olmaz... Bir kaza oluverir ya da ekipten biri cinnet geçirip olmayacak işler yapabilir... Kartların başına bir şey gelmeden, 32 gigabayt dolusu kareyi harici diske aktarıp garantiye alıyorum.
Ekip ile buluşuyoruz. Soruyorlar:
"Abi, ne yaptın?"
"Hiiiç... Karda bir fare için kavga eden şahinler vardı, onları fotoğrafladım."
"Abi, niye haber vermedin?"
"Verseydim bile yetişemezdiniz."
Şahinler, "Abi, çağır onları da, biz bekleriz, yine bir aksiyon yaparız," deseler bile çağırır mıydım? Hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Not: Bu hikâyenin başlığı olarak "Kuyruklu Kartopu" ile "Kuyruklu Yalan" arasında epeyce düşündükten sonra *"Kartopu"*nu seçtim.